Senenin son seyahatini uzun zamandır gitmek isteyip de, fırsat bulamadığım Lizbon ile geçen hafta tamamladım. Mevsim olarak daha iyi bir zaman tercih edilebilirdi belki. Yine de hava oldukça güzeldi. Hatta tam kıvamında, ne soğuk, ne sıcak, yer yer hafif yağmurlu ama mutlaka güneşi gördüğüm bir zaman dilimine denk geldim. Son baharda gidilir mi tereddütü yaşayan varsa, yaşamasın…Gidilir.
Bayaa önceden ayarladığımız için, direkt merkezde, Baixa(bayşa)’da kaldık. Ulaşım ve belli başlara yerlere yakınlığı konusunda Baixa kesinlikle süper bir tercih olmuş. Kaldığımız otelin reklamını da yapmazsam olmaz, Brown’s Downtown… Reklamını yapmazsam olmaz diyorum çünkü cidden değişik ve güzel bir oteldi. Önceden de ayarladığımız için oldukça güzel bir ücret ödedik. şiddetle tavsiye ederim. şahane bir ücret demişken, Lizbon’nun diğer Avrupa şehirlerine göre oldukça ucuz olduğunun altını çizmek isterim, ahaa da çizdim…
Lizbon, İstanbul’a çok benziyor…Büyük bir ihtimal giden herkes bunu direkt fark edecektir. İstanbul’un daha makul bir kalabalığa sahip halinin, geliştirilmemiş ama korunduğunu düşünün…Ahaaa da işte Lizbon. Lizbon oldukça eski bir şehir. Zaman kavramından ayrı olarak, yaşanmışlıkların yarattığı bir eskilik şehrin genel havasına hakim. 1700’lerin ortasında gerçekleşen büyük depremin bir çok binayı yıkmış olmasına rağmen, bir çok şey de korunmuş. “Yenilemek” kavramı yerine “korumak” kavramını seçen bir şehir olmuş. Bir çok Avrupa ülkesi gibi, Lizbon’da da şehri yenilemek yerine korumayı tercih etmişler. Olması gereken de bu zaten… Biz ise, korumak yerine, yenileme ayağına şehirlere tecavüz ediyoruz…Neyse…
Çok tarihi özelliğini bilmiyorum ama seramik kaplamalar, Lizbon’nun mimarisinde oldukça önemli yer kaplıyor. Bir çok eski binanın cephesi seramik taşlar ile kaplanmış. Her Avrupa şehri gibi, Lizbon’da da çeşitli meydanlar mevcut. Ama ilginçdir ki, meydanlarında kilise ve kathedral yok. Kocaman bir kaç heykel ile yetinmişler… Meydan ve kilise ikilisi ile standart Avrupa havasından uzak olması açıkcası hoşuma gitti. Farklı geldi… Bu meydanlardan en büyüğü ve en ünlüsü Praça do Comércio. Etrafı binalar ile çevrili bu meydan, Tagus nehrine bakıyor. Bir ıstanbul Boğazı gibi olmasa da, manzarası andırıyor diyebilirim. Evetttt, her gittiği yeri Türkiye ile kıyaslayan turist görevimi tamamladım. Artık daha rahat devam edebilirim sanırım.
Rossio ve Praça da Figueria, kıyıdan içeriye doğru girdiğinizde karşınıza çıkan diğer büyük meydanlar. Metroyu çok kullanacağım derseniz zaten, Rossio ister istemez çok çıkacağınız bir meydan olacak. Ayrıca Sintra’ya gitmek isterseniz,-ki isteyin, Rossio’dan trene biniyoruz…Buraya yeniden geleceğiz yani Sintra‘ya gitmek için.
Alfama
Lizbon’nun en meşhur ve gidilmezse olmaz denilen mahallesi sanırım Alfama. Lizbon’nun en eski mahallesi, tüm yaşanmışlıkları daracık sokaklarında size çok iyi yansıtıyor. Sokakların çok dar olmasından dolayı yürümekten başka şansınız yok. Genel olarak çok uzun mesafeler yok Lizbon’da zaten, ama oldukça inişli-çıkışlı sokaklar mevcut. Diğer Avrupa şehirlerine göre, her inişin bir çıkışı olması sözünü sık sık hatırlayacağınızı söyleyebilirim. Alfama bölgesi de, bu iniş-çıkışın en yoğun olduğu mahalle. Tepe noktasına çıkarken Santo António kilisesi, turistlik görevlerin ilki olabilir. Tepeye çıkarken elinizden geldiğince, daha doğrusu ayağınızdan geldiğince, her türlü ara sokağa girmeye çalışın. Pişman olmayacaksınız.
Alfama mahallesinin en tepesinde Castle of S.Jorge var. Açıkcası içine girmek çok gerekli mi bilemiyorum ama turist kimliğimle gittiğim için ben girdim. Tepeden, panoromik bir Lizbon manzarası dışında çok bir olayı yok. Ama kale girişinin oralardaki ara sokakları sakın es geçmeyin. Küçücük evler, küçücük kapılar…Değişik bir dünya. Haa bir de, Fado’yu merak ediyorsanız, Alfama’daki Fado restoranlarını es geçmeyin.
Yokuş, iniş-çıkış dedim…Biraz ulaşımdan bahsedim. Tramvay, Lizbon’daki temel ulaşım aracı. Metro ve otobüs ile günümüz şartlarına uyum sağlanmış olsa da, tramvay şehrin bir parçası olduğu için ayrı bir önem taşıyor. Tram.28, turistlik açıdan en önemli tramvay. Sarı renkleri ve eski olmalarından dolayı oldukça ilgi de çekiyor. İlk kalkış noktasından binip, komple şehri tramvay ile dolaşmak güzel bir deneyim olabilir. Ben yaptım, siz de yapın… Sadece tramvayların girdiği ara sokakları keşfetmek güzel bir deneyim olacaktır. Özellikle Alfama. Tramvay ile yaklaşık 15-20 dakikalık mesafeye sahip olan Belem dışında da, aslında çok fazla ulaşım için bir şeye binmenize gerek yok. Tabanvay en makul araç.
Belem
Hazır Belem demişken, oradan da bahsetmemek olmaz. Belem, sanırım daha çok Portekiz’in meşhur tatlısı Nata ile anılıyor. Benim çok aram olmasa da, Pastéis de Belém‘de Nata için ciddi anlamda bir sıra vardı. Beklenebilecek bir sıra mı derseniz, bence değil… Belem’de, benim için Nata’dan daha dikkat çekici olan Jerónimos Monastery manastırını özellikle ziyaret etmenizi tavsiye ederim. Oldukça büyük ve etkileyici. Tam bu manastırın karşısında da bir park var. Güzel bir havada zaman geçirmek için bire bir. Çok turistim ben diyorsanız da, hazır gelmişken, Belem Tower’ı falan da görebilirsiniz.
Sintra
Hazır Lizbon’nun merkezinden biraz uzaklaşmışken, Sintra‘ya gidelim. Sintra, Lizbon’nun merkezinden trenle yaklaşık 40 dakikalık bir yolculuk ile ulaşabileceğiniz, UNESCO’nun Dünya Mirası listesinde yer alan yem yeşil bir bölge. Rossio meydanından, tren ile gidiyoruz. Git-gel 5 euro…Sudan ucuz.
Ağaçlarla çevrili tepelerde, bir çok kale ve saray ile oldukça dolu bir bölge. Kesinlikle bir tam gününüzü ayırmanız gereken bir yer. Bu kale ve saraylara yürüyerek gitmeniz pek mümkün değil. Bunun farkında olan Sintra yönetimi hemen tren istansyonu çıkışında, hop-on hop-off tarzı otobüsler ile kale ve saraylara ulaşımı oldukça kolay hale getirmiş. Sakın ben yürürüm, çıkarım tepelere falan diye düşünmeyin…Tatile geldiniz, binin otobüse gidin işte… Sintra’nın en tepesinde Pena Castle en turistlik yer olsa da, diğer saraylarda mutlaka görülmeli. Pena Castle’a gidecekler için, kamu spotu tadında bir hatırlatma yapmak isterim. Kaleye gittiğinizde, otobüsten inip bilet aldıktan sonra, küçük başka bir otobüse daha binmeniz gerekiyor. Başka yer kalmamış gibi en tepeye yapmışlar… Sintra’dayken hava şansıma pek güzel değildi, o yüzden çok keyfini çıkaramadık ve benim ciddi anlamda aklımda kaldı. Mutlaka bir başka Portekiz seyahetimde tekrardan gideceğim. Siz de gidin…
Yemece, içmece…
Tekrar Lizbon şehir merkezine dönelim…Biraz da yiyip, içelim. Farklı bir ülkeye gittiğimde değişik yemek ve içecekleri denemeyi, oranın güzel tadlarını tatmayı ayrıca seviyorum sanırım. Bu açıdan da Lizbon güzel fırsatlar sunuyor diyebilirim. Deniz kenarında olmasından dolayı, deniz mahsülleri oldukça çok ve taze. Mezgite benzeyen morina balığı(Cod Fish) en çok bulabileceğiniz deniz mahsülü. Oldukça da lezzetli. Bunun dışında bilimum deniz böcüğü(karides,kalamar,midye..vs.), ahtapot, kılıç balığı da denizden ne çıksa yerimciler için oldukça ideal.
İçki konusunda şaraplar oldukça ön planda. Bir çok şarap dükkanı ve şarap tadım yeri Lizbon’da karşınıza çıkacaktır. Tadın, bol bol için…Çakır keyif olun…Hatta bir kaç tane de alın, atın bavulunuza. Sonra kırılsın şişe. Eve gelince de buram buram şarap koksun…Ohhh miss… Bir de Ginja diye Lizbon’a özel bir içki var. Vişneden yapılan ve shot içilen bir içki…Rossio meydanında asıl yeri var, her gün bir shot…Doktor tavsiyesi.
Lizbon’da akşam yemek olayı biraz ilginç. Akşam 7.30’dan önce açıkırsanız yemek vermiyorlar…şaka şaka… Genel olarak akşam yemekleri 8.00-10.00 arası yendiği için, 7.30’dan önce açık bir restoran bulmanız zor. Açık olanlar genel de dünya mutfağına sahip biraz daha turistlere yönelik yerler. Yerel insanların tercih ettiği, biraz daha kaliteli yemek yemek isterseniz 7.30’dan önce pek şansınız yok. Ona göre…
Neyse, yemekler ile tadında bırakıp, gerisini araştırmanız için size ödev verim. Klasik turist gezmece yazılarından çok, bir kaç anahtar kelime ile gezdiğimi, gördüğümü anlatmaya çalıştım. Umarım gitmeyi düşünenlere ya da ileride plan yapanlara biraz faydam dokunmuştur. Dokunmadıysa bile son olarak “Lizbon’da nerede, ne yenir” özet bilgim ile, restoran tavsiyelerim kesin dokunacaktır. Exclusive içerik, başka yerde yok…Cidden… Haydi kalın sağlıcakla…
Café De São Bento – http://www.cafesaobento.com
Lizbon’nun en iyi steak restoranı. Girişi itibari ile pek restorana benzemiyor. Adres bilgisini iyice alıp, bir akşam mutlaka burada yemek yiyin dedim…Güzel bir şarap ve et ile şahane bir ziyafet yaşayacağınızı garanti ediyorum.
Oito Dezoito – http://www.oitodezoito.pt/
Balık ve et menüsü oldukça lezzetli. Güzel bir şarap menüsü de var. Ne seçeriz, ne içeriz diye çok düşünmeden içinizden geleni seçin, kötüsü yok o derece… Ördek ve ahtapot, değişik bir şeyler denemek istiyorum diyenlere tavsiye.
Sacramento – http://www.sacramentodochiado.com/pt/
Sanırım Lizbon’nun en meşhur restoranlarından bir tanesi. En azından ilk üçün içinde. Yer bulmak biraz sıkıntı olabiliyormuş, biz rezervasyon yaptık…Siz de yapın. şahane bir atmosferi var. Yemekleri 5 yıldız, 100 puan.
Museu Da Cerveja – http://www.museudacerveja.pt/
şarap müzesi yapsalar daha mantıklı olurmuş…Ne birası Lizbon’da, ne müzesi Lizbon’da…Bira müzesi diye geçen bu yere gidin ama müzeye girmeyin…Bara oturun ve bira için…Angola, Mozambik, Brezilya gibi ülkelerin biralarını tadabileceğiniz bir yer. Bira sevenlere tavsiye…